öyle bir büyüseler ki sen onları nereye saklayacağını şaşırsan; hüznler kuşanarak ancak aklına mukayyet olsan.
“Sevinç bizi bulsun” diye dua ederek, neşede tümleneceğini umar da herkes, kederde tümlenmeyi düşünmez! Oysa ki kederde tümlenmeyen hüzn sahiline erişemez; hüzn sahiline erişemeyen haz denizinde yüzemez.
Şeyhimiz Galib’de kelimelerden bir cisme ad olan, üstadımız Sezai Karakoç’ta kalbin zarında titreyip duran hüzn, Adem’den bugüne kimin diline pelesenk olmamıştır ki?
Kuşanan da konuşur hüznden, kuşanamayan da; bilen de konuşur onu, bilmeyen de.
Tüm kelimelerin kavşak noktasında durur hüzn, kimileri için bir hal, kimileri için bir maske…
Hüzn, firkatle titreyen bedenlerin sırrıdır; hüzn içre bir hüzn olmaktan başka yoktur hüznün tanımı; suretlerde ve sıfatlarda yer yer görünüşüyle buldurur bize kimi anlamlarını. Ki hüzn:
Erken çiçeklenmiş kayısı ağacının ayaz karşısındaki şaşkınlığıdır.
Konuşanın konuşamadığı, gösterenin gösteremediği, duyuranın duyuramadığı, işitenin işittiremediğidir.
Su tabiatlıdır, engininin de enginine, derinin de derinine inmeyi isteyendir.
Kader, kaza, keder, gam, elem, kasvet, acı, gariplik ebe